Direk cevabı vereyim, yine biziz.
Duvar filmini bilenler bilir,
Yılmaz Güney bu filmin senaryosunu yazıp kendisi yönetmiş, film fransada çekilmiş ve dönemin hükümeti tarafından gösterimi yasaklanmış (yaneolacağıdı)
dedim ya kendi kendimize düşmanız diye daha burada başlıyor aslında örnekler.
Filmde Tuncel Kurtiz’de oynamaktadır, zaten filmde oynayanlardan bir kaç tanesi dışındaki herkes ilk defa kamera görmüş.
Hukuksal olarak en iyi şekilde yönetilen ülkelerden tutunda, Babadan oğula geçen insanların yönettiği ülkelere kadar açılan bir yelpazedeki hükümetler genelde baş edemeyeceklerini düşündükleri fikir yada olaylara karşı genelde çok keskin ve acımasız kararlar alırlar, alınan bu kararlar hep yanlış sonuçlar doğurur ve ülkeler zamanında yanlış alınmış kararların ceremesini uzunca seneler çekmek zorunda kalır.
bunun en son örneğini de herkesin özgürce yaşandığı Amerika ellerinde görüyoruz, M.i.T makalelerini çalmak ile suçlanan ve ömür boyu hapsi istenen Aaron Swartz ‘ın yaşananları kaldıramayıp intihar etmesi neticesinde aslında halk devletin izin verdiği çizgiler içerisinde özgür olduklarını görmüş olduk.
örnekleri ülke ülke bölmek mümkün tabi ama biz filme geri dönelim,
demin saydığım tepkiler sebebi ile Duvar filmi’de yasaklanmış ve uzunca yıllar yasak kalmış sonradan da yasak kalkarak yerli sinema salonlarında oynamaya başlamış,
tabi duvar filmi sadece bir örnek mesela, 1952 senesinde Aşık Veysel’in hayatını konu alan Karanlık Dünya filmi “Anadolu’da kurak toprak yoktur” gerekçesi ile yasaklanmış. sansür uygulayan makamları rahatsız eden sahneler kesilerek ancak bir sene sonra yayına girebilmiş.
Duvar filminde meşhur bir şiir sahnesi vardır,
çocuklardan birisi koğuşta şiir okur, daha doğrusu filmin kendi gerçekliğinde yaşanan olayları şiirsel olarak anlatır, ancak bu durumdan rahatsız olan koğuştaki diğer çocuklar durumu yönetime şikayet eder, çünkü şiir içerisinde otoriteye ve kutsala dil uzatılmış, hapishanenin bölünmez bütünlüğü bir şiir ile sekteye uğramıştır sonrasında ise çocuk idareye çağrılıp şikayet edenler ile yüzleştirilerek cezalandırılır.
Filmden orjinal sahne yukarıda, 1:12 itibari ile tam bahsettiğim düşmanlığı görmek mümkün. 1:46 ile de en tepe noktasına ulaşıyor. (Okusana lan okusana)
Konunun ispiyonculuk ile alakası yok bilakis “ben görevimi yaptım” fikrinin insanlara nasıl kararlar aldırdığına örnek var.
Duvar filmi konumuza giriş için güzel bir örnekti benim için, kendi mutluluğumuzun önüne en büyük engel yine biziz, yardımlaşma birlik olma gibi duyguları bir kenara bırakıp güce tapma, otoriteye göz kırpma gibi bir huyumuz var insanoğlu olarak.
Sürekli olarak güçlü bir nişan istiyoruz önümüzde,
Kendilerini Firavunun zulmünden kurtardıktan sonra dağa çıkıp emir bekleyen Hz. Musa’nın ardından “Musa dağda iken insanlara güçlü bir simge lazım” diyerek Hz. Davut’un yaptırdığı Altın Buzağı gibi.
Yada tekrar çıkıp gelmesi beklenen eski liderler gibi, insanlar sürekli güçlü bir simge bekleyip hayal ediyorlar.
Olaya film romantizminden değilde bilimsel olarak bakmak gerekirse
elin oğlunun zamanında konu ile ilgili yaptığı süper bir deney var adı da Milgram deneyi. Deney adını, Yale üniversitesinde psikolog olarak görev yapan Stanley Milgram ‘dan alıyor.
Deney özetle,
Otorite diye tabir ettiğimiz gücün verdiği emirler ile, bu emirleri yerine getiren insanların vicdani değerleri çakıştığında insanların otoriteye itaat ederek vicdani değerlerini hiçe saymasını konu alıyor.
Daha açık söylemek gerekirse “ben görevimi yaptım” konusunun temeline iniliyor,
2. dünya savaşında Yahudileri çalışma kamplarında yakan Alman subayların savaş sonrası “biz verilen emirleri uyguladık demeleri” gibi. yada yakın geçmişte “biz görevimizi yapıyoruz” bahanesi altında öldürülen gencecik çocukların kahraman katilleri gibi.
Zaten deneyin çıkış çıkışı, özünde tam bir pislik çıkan Nazi Almanya’nın Yahudiler ile ilgili politikasını belirleyen Adolf Eichmann‘ın yargılanma süreci ile başlıyor.
Deney şöyle gerçekleşiyor,
Gazete ilanı ile bir adet kurban seçiliyor, seçilen denek, kendisi gibi denek olduğunu düşündüğü bir başka kişi ile beyaz önlük giyen iki doktor (görevli) ile beraber deney odasına alınıyor, Deneklerden birisinin öğretmen, diğerinin de öğrenci olması gerektiği söylenerek bir kura çekimi gerçekleşiyor, tabi tahmin edeceğiniz gibi kura çekimi sahte, içeride konudan habersiz tek bir kişi var oda gazete ilanı ile gelen deneğimiz, kendisi kura sonucunda öğretmen oluyor (hep)
deneyin özelliği şu,
öğretmen, üzerinde elektrik şalterlerinin olduğu bir masaya oturur ve elektrikli sandalyeye oturan öğrencisine önce soruları ve cevapları okur, ardından soruları teker teker tekrar sormaya başlar, öğrenciden daha önce cevabı okunan soruların cevaplarını hatırlayarak söylemesi beklenir eğer öğrenci doğru cevap vermezse öğretmen önündeki şalterleri sırası ile açarak öğrenciye şok verir. Her bir şalter bir önceki şalterden 15 volt fazla elektrik vermektedir. yani tüm şalterler açıldığında 450 volt gibi insan sağlığını tehlikeye sokabilecek bir değer ortaya çıkmaktadır.
tabi burada öğretmen dışında herkes oyuncu / figüran olduğu için ortada gerçekten fiziksel bir elektrik verme durumu yoktur, ancak öğrencimiz bilerek yanlış cevap vererek şalterler açıldığında da numaradan adeta bir Azer Bülbül gibi titremektedir.
deney ilerledikçe öğretmen görevindeki deneğimiz, karşısında acı çeken öğrencisinin durumunu görerek vicdan azabı çekmeye başlar, bu süreç içerisinde beyaz önlüklü otoriteyi temsil eden görevlilerin kendisine deneyin selameti açısından görevi tamamlaması gerektiği direktifleri verilmeye başlar,
bir süre sonra adam vicdani değerlerini bir kenara bırakarak otoritenin isteklerini uygulamaya başlar bir nevi robotlaşır.
Deney sonucunda
40 tane denekten 26 sının en yüksek değer olan 450 voltluk şalter dahil tüm şalterleri huzursuzluk hissetseler dahi açarak bu yüksek gerilimi öğrenciye verdikleri görülüyor,
Tüm denekler deneyin bir yerinde durup, napıyoruz lan biz diye deneyi sorgulamış hatta vereceğiniz parayı geri vereyim bırakalım diyenler bile olmuş ancak hiç kimse 300 volta kadar gerçekten vazgeçmemiş.
daha da ilginci deneklerin büyük bir çoğunluğu “Allah hepinizden razı olsun bu deneyden çok memnun kaldım” şeklinde beyanat vermiş.
Ben bu deney sayesinde, bu gün gücü simgeleyen makamların işlediği suçlara karşı ses çıkarmayanların, neden vicdan azabı çekmediğini öğrenmiş oldum.
Beni tüm bunları yazmaya iten şarkıda şudur :